“- Merhaba, Deniz’in bugün canı sıkkındı evde bir şey mi oldu?”
“- Hayır, birkaç gündür ilgilenemiyorum, Deniz’le konuşayım, çok teşekkürler bilgilendirdiğiniz için.”
Çok kısa, sadece 10 saniyemi alan bir veli-öğretmen mesajlaşmasıydı bu. Fakat bu mesajlaşma olmasaydı belki de öğrencinin arkadaşıyla kavga ettiğini ve bizlere söyleyemediği bazı problemerinin olduğunu öğrenemeyecektik. Bu mesajı bilerek mi attım? Hayır tamamen o esnada anlık gözlemlediğim bir durum.
“- Hayır, birkaç gündür ilgilenemiyorum, Deniz’le konuşayım, çok teşekkürler bilgilendirdiğiniz için.”
Çok kısa, sadece 10 saniyemi alan bir veli-öğretmen mesajlaşmasıydı bu. Fakat bu mesajlaşma olmasaydı belki de öğrencinin arkadaşıyla kavga ettiğini ve bizlere söyleyemediği bazı problemerinin olduğunu öğrenemeyecektik. Bu mesajı bilerek mi attım? Hayır tamamen o esnada anlık gözlemlediğim bir durum.
Kaldı ki Deniz’in durumu da dışarıdan bakıldığında abartı derecede ilgi çekici de değildi...Tamamen bilinçsizce elimin telefonun tuşlarına gitmesi. O esnada öğretim materyalleri arasında kaybolmak yerine eğitime odaklanmanın ne kadar da önemli olduğunu fark ettim. Evet öğrenci davranışları özellikle de ergenlikte çok önemli ve kelebek etkisi misali ileride fırtınalı dönemlere yol açabiliyor. Durum böyle olunca öğretimin içinde boğulan öğretmenler olmaktan çıkıp eğitime odaklanmamız gerektiğini bir kere daha anladım. Bir velimle 10 saniyelik yaşadığım bir mesajlaşma belki de çocuk üzerinde bambaşka etkilere yol açtı.
Tam bu konuyla bağlantılı olarak geçtiğimiz günlerde ebeveyn-öğretmen iletişimi üzerine bir çalışmaya rastladım. Harvard Üniversitesi’nden Todd Rogers ve Matthew A. Kraft’ın[1] 2014 yılında yaptıkları bir araştırma ilgi çekici. Öğretmenler her hafta ebeveynlere sadece bir cümle içeren ve öğrencinin o hafta okuldaki durumunu belirten bir mesaj atmış. Bu mesajların ebeveyn-öğrenci iletişimini kuvvetlendirdiği ve öğrenci başarısını da pozitif etkilediği gözlemlenmiş. Peki, bu çalışma Amerika'da değil de Türkiye’de yapılsaydı ne olurdu?
Öncelikle Türkiye’de öğretmenliği iyi değerlendirmek gerekiyor. Okul deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki, işimizin temelinde insan yetiştirmek olduğu için gerçekten zor bir meslek tercih ettik. Ergenlerle çalışmak ayrı bir uzmanlık alanı ve zorlu bir süreç. Gün geçtikçe özellikle de özel okulların öğretmenlerden beklentileri gitgide artıyor ve öğretmenler kendilerini geliştirme fırsatı bulabilmek için okul dışında az da olsa zaman yaratmaya çalışıyorlar.[2] Bu tempo içerisinde öğretmenlerin hangi ara zaman bulacağız da velilerle irtibata geçeceğiz demelerinin de anlaşılabilir olduğunu düşünüyorum.
Bir matematikçi olarak öğrencileri değerlendirmenin tamamen sayısal verilerden, rubriklerden vs.den oluşmaması gerektiğine inananlardanım. Bazı grafikler ve analizler bir ürünün satışı için çok daha net veriler sunabilir fakat standartlaştırılmış ölçme değerlendirme araçları bize öğrenci hakkında sadece genel geçer bilgiler sunar. Öğrenciyi salt bilişsel alana hapsetmek onu testlerden aldığı puanlarla değerlendirmek onları sayılara indirgemekten başka bir şey değildir. Maalesef öğrencileri sadece sayılarla değerlendiren, yeni çağın becerilerini hesaba katmayan bir eğitim sistemiyle karşı karşıyayız ve standart testler temel belirleyici. İşin öğretim boyutu dışında eğitimi de hesaba kattığımızda öğrencilerin gelişimi için çevrelerindeki üç önemli insani faktör ön planda: arkadaş çevresi, aile ve öğretmenler.
“Öğrencileri gerçek dünyaya hazırlamalıyız.” sözü aslında bizleri pasif konuma sokuyor. Öğrencileri “daha iyi” bir dünyaya hazırlamak için el birliği yapmak önem kazanıyor. Bu kolay olmayacak. Öğrenciler arkadaş çevresini çoğunlukla kendileri belirliyor. Bu durumda çocukların eğitimi için profesyonel anlamda en önemli iki faktör öğretmen ve ebeveyn. Burada önem kazanan ise şu soru: Öğretmen ve ebeveyn bağımsız mı hareket edecek? Ya da bilinçli hareket edip birbirlerine destek mi olacaklar?
Özellikle öğretmenle ebeveyn arasında kurulan pozitif bir ilişki öğrenciye de olumlu yansıyor. Ergenlik döneminde öğrenciler sınırlarını zorlarlar fakat aslında ihtiyaçları olan en önemli şey sınırlarının çizilmesidir. Böyle bir durumda veli-öğretmen iletişimi çocuğun davranışları üzerinde de önemli bir etki yaratıyor. Bunun yanında insan faktörü devrede olduğu için öğretmen-veli iletişiminde zaman zaman egolar devreye girebiliyor ve bu durum çocuğun gelişimi üzerinde negatif etki yaratabiliyor. Hatta öğrencilerin gözü önünde yaşanan kutuplaşmaların öğrencideki karşılığı ise yetişkinlere nefretle sonuçlanabilir. Bu durumu en aza indirgemek için en iyi yol iletişim. Öğrencilerimize dijital çağ becerilerinden en önemlileri olan iletişim ve iş birliğini öğretebilmek için ilk olarak ebeveynlerle iletişimden yola çıkmak doğru olacaktır.
Öğretmen ve ebeveynler için ön yargıları kırmak ve karşılıklı empati çok önemli. Bu da ilk elden açık olmaya dayalı bir güven ilişkisiyle sağlanabilir. Bunun için nelere dikkat edilebilir?
Öncelikle öğretmenler açısından durumu inceleyelim. Öğretmenlerin özel sektörde çalışma koşullarının – istisnaları dışarıda tutalım – gitgide zorlaştığını gözlemliyoruz. Ders saati ve öğrenci sayısının fazlalığı, öğretmenin çocukla ilgilenmesini geçtik öğretmenin dersine hazırlanamamasına bile yol açabiliyor. Bu durumda öğretmen mecburen akşamları evine iş götürmek durumunda kalabiliyor. Bu da zamanla kendisine ayıracak zamanının olmamasına ve temelde mutsuzluğa yol açıyor. İşinde mutsuz olan bir öğretmen de öğrenciyi mutlu etmeyi başaramıyor. Bu adanmışlık karşısında veliden ya da yöneticiden herhangi bir negatif dönüt alan bir öğretmenin stresi daha da büyüyor.
Bu koşullarda çalışan öğretmenler velileri ön yargıyla değerlendirebiliyor. Fakat bunun da ötesinde Türkiye koşullarında bu gerçekle yaşamayı öğrenip işine dört elle sarılan idealist öğertmenler de var. Bu öğretmenler çocuklarla vakit geçirmekten zevk alıyorlar ve onlarla birlikte projeler tasarlıyorlar, yeni öğretim materyalleri geliştiriyorlar, okul dışında da zaman zaman iletişim halindeler vs. Böyle öğretmenler öğrencilerini yakından tanıyorlar ve onları farklılıklarıyla değerlendiriyorlar. Pozitif bir katkı sağlamaya çalışan bir velinin beklentisi de zaten bu yönde oluyor. Haklı olarak çocuğundaki gelişimi ve bu gelişimin nasıl değerlendirildiğini görmek istiyorlar. Bu sebeple öğretmenlerin –koşulları bir kenara koyarak söylüyorum- ebeveynlerin kendilerini sorguladıkları fikrini kafalarından çıkarmaları gerekiyor. Bu şekilde davranan ebeveynler var tabi ki, onlarla açık iletişim kurmak faydalı oluyor. Sadece bir öğrenci problem yaşadığında değil, pozitif davranışlar sergilediğinde de ebeveynleri bilgilendirmek, öğrenciler hakkında genel geçer yorumlar yerine veli ile birlikte çocuğun gelişimini sağlayacak adımlar atmak doğru bir yöntem olacaktır.
Ebeveynler açısısından değerlendirelim. Ebeveynlerin, kendi çocuklarıyla kurduğu ilişkiyi düşünerek öğretmenlerin sınıfta yaklaşık 20 kişilik bir öğrenci grubunu yönettiğini göz ardı etmemeleri gerekiyor. Onların bu alanda uzman olduklarını unutmamak ve bu konuda kendilerine güvenmek en doğru tercih olacaktır. Hatta birçok konuda öğretmen sormadan ona danışılmalı da. Sadece kendi çocuklarına odaklanmayıp öğretmenin çocukların eğitimi ile ilgili birçok değişkenle vakit harcadığını düşünmelerinde fayda var. Ayrıca okuldaki zamansallık gerçekten çok farklı. Bazı zamanlarda öğretmen tüm gün boyunca derslere girebiliyor, sadece yemek yemeye vakti kalıyor ve günün nasıl geçtiğini anlamıyor. Bu durumda atılan bir e-maile geri dönüş konusunda sabırlı olmak gerekiyor.
Sonuç olarak çocuğunu haklı sebeplerle iyi eğitim vermek isteyen bir ebeveyn ile işini hakkıyla yapmaya ve öğrencilerine pozitif değerler katmaya çalışan öğretmenlerle karşı karşıyayız. Çoğunlukla çocuğun vaktinin yarısını öğretmenleriyle diğer yarısını da ebeveynleriyle geçirdiğini varsayarsak çocuğun gelişimini esas almalı ve iletişime çok önem vermeliyiz. Bunun için gerekirse öğretmenlerin iş yoğunluğunda belli düzenlemeler yapıp bu iletişim için daha çok fırsat tanımalıyız. Çocuğun gelişimini merkeze alan bir ilişki zaten karşılığını bulacaktır.
Yazının başındaki çalışmaya dönersek, ufacık bir mesajın bile çok şeyi değiştirebildiğini görebiliriz. Bu ilişkiler kurulmadığı müddetçe veli görüşmelerinde birbirine yabancılaşmış veli ve öğretmenler görmeye devam edeceğiz. Aşağıdaki örneklerde olduğu gibi :)
Tam bu konuyla bağlantılı olarak geçtiğimiz günlerde ebeveyn-öğretmen iletişimi üzerine bir çalışmaya rastladım. Harvard Üniversitesi’nden Todd Rogers ve Matthew A. Kraft’ın[1] 2014 yılında yaptıkları bir araştırma ilgi çekici. Öğretmenler her hafta ebeveynlere sadece bir cümle içeren ve öğrencinin o hafta okuldaki durumunu belirten bir mesaj atmış. Bu mesajların ebeveyn-öğrenci iletişimini kuvvetlendirdiği ve öğrenci başarısını da pozitif etkilediği gözlemlenmiş. Peki, bu çalışma Amerika'da değil de Türkiye’de yapılsaydı ne olurdu?
Öncelikle Türkiye’de öğretmenliği iyi değerlendirmek gerekiyor. Okul deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki, işimizin temelinde insan yetiştirmek olduğu için gerçekten zor bir meslek tercih ettik. Ergenlerle çalışmak ayrı bir uzmanlık alanı ve zorlu bir süreç. Gün geçtikçe özellikle de özel okulların öğretmenlerden beklentileri gitgide artıyor ve öğretmenler kendilerini geliştirme fırsatı bulabilmek için okul dışında az da olsa zaman yaratmaya çalışıyorlar.[2] Bu tempo içerisinde öğretmenlerin hangi ara zaman bulacağız da velilerle irtibata geçeceğiz demelerinin de anlaşılabilir olduğunu düşünüyorum.
Bir matematikçi olarak öğrencileri değerlendirmenin tamamen sayısal verilerden, rubriklerden vs.den oluşmaması gerektiğine inananlardanım. Bazı grafikler ve analizler bir ürünün satışı için çok daha net veriler sunabilir fakat standartlaştırılmış ölçme değerlendirme araçları bize öğrenci hakkında sadece genel geçer bilgiler sunar. Öğrenciyi salt bilişsel alana hapsetmek onu testlerden aldığı puanlarla değerlendirmek onları sayılara indirgemekten başka bir şey değildir. Maalesef öğrencileri sadece sayılarla değerlendiren, yeni çağın becerilerini hesaba katmayan bir eğitim sistemiyle karşı karşıyayız ve standart testler temel belirleyici. İşin öğretim boyutu dışında eğitimi de hesaba kattığımızda öğrencilerin gelişimi için çevrelerindeki üç önemli insani faktör ön planda: arkadaş çevresi, aile ve öğretmenler.
“Öğrencileri gerçek dünyaya hazırlamalıyız.” sözü aslında bizleri pasif konuma sokuyor. Öğrencileri “daha iyi” bir dünyaya hazırlamak için el birliği yapmak önem kazanıyor. Bu kolay olmayacak. Öğrenciler arkadaş çevresini çoğunlukla kendileri belirliyor. Bu durumda çocukların eğitimi için profesyonel anlamda en önemli iki faktör öğretmen ve ebeveyn. Burada önem kazanan ise şu soru: Öğretmen ve ebeveyn bağımsız mı hareket edecek? Ya da bilinçli hareket edip birbirlerine destek mi olacaklar?
Özellikle öğretmenle ebeveyn arasında kurulan pozitif bir ilişki öğrenciye de olumlu yansıyor. Ergenlik döneminde öğrenciler sınırlarını zorlarlar fakat aslında ihtiyaçları olan en önemli şey sınırlarının çizilmesidir. Böyle bir durumda veli-öğretmen iletişimi çocuğun davranışları üzerinde de önemli bir etki yaratıyor. Bunun yanında insan faktörü devrede olduğu için öğretmen-veli iletişiminde zaman zaman egolar devreye girebiliyor ve bu durum çocuğun gelişimi üzerinde negatif etki yaratabiliyor. Hatta öğrencilerin gözü önünde yaşanan kutuplaşmaların öğrencideki karşılığı ise yetişkinlere nefretle sonuçlanabilir. Bu durumu en aza indirgemek için en iyi yol iletişim. Öğrencilerimize dijital çağ becerilerinden en önemlileri olan iletişim ve iş birliğini öğretebilmek için ilk olarak ebeveynlerle iletişimden yola çıkmak doğru olacaktır.
Öğretmen ve ebeveynler için ön yargıları kırmak ve karşılıklı empati çok önemli. Bu da ilk elden açık olmaya dayalı bir güven ilişkisiyle sağlanabilir. Bunun için nelere dikkat edilebilir?
Öncelikle öğretmenler açısından durumu inceleyelim. Öğretmenlerin özel sektörde çalışma koşullarının – istisnaları dışarıda tutalım – gitgide zorlaştığını gözlemliyoruz. Ders saati ve öğrenci sayısının fazlalığı, öğretmenin çocukla ilgilenmesini geçtik öğretmenin dersine hazırlanamamasına bile yol açabiliyor. Bu durumda öğretmen mecburen akşamları evine iş götürmek durumunda kalabiliyor. Bu da zamanla kendisine ayıracak zamanının olmamasına ve temelde mutsuzluğa yol açıyor. İşinde mutsuz olan bir öğretmen de öğrenciyi mutlu etmeyi başaramıyor. Bu adanmışlık karşısında veliden ya da yöneticiden herhangi bir negatif dönüt alan bir öğretmenin stresi daha da büyüyor.
Bu koşullarda çalışan öğretmenler velileri ön yargıyla değerlendirebiliyor. Fakat bunun da ötesinde Türkiye koşullarında bu gerçekle yaşamayı öğrenip işine dört elle sarılan idealist öğertmenler de var. Bu öğretmenler çocuklarla vakit geçirmekten zevk alıyorlar ve onlarla birlikte projeler tasarlıyorlar, yeni öğretim materyalleri geliştiriyorlar, okul dışında da zaman zaman iletişim halindeler vs. Böyle öğretmenler öğrencilerini yakından tanıyorlar ve onları farklılıklarıyla değerlendiriyorlar. Pozitif bir katkı sağlamaya çalışan bir velinin beklentisi de zaten bu yönde oluyor. Haklı olarak çocuğundaki gelişimi ve bu gelişimin nasıl değerlendirildiğini görmek istiyorlar. Bu sebeple öğretmenlerin –koşulları bir kenara koyarak söylüyorum- ebeveynlerin kendilerini sorguladıkları fikrini kafalarından çıkarmaları gerekiyor. Bu şekilde davranan ebeveynler var tabi ki, onlarla açık iletişim kurmak faydalı oluyor. Sadece bir öğrenci problem yaşadığında değil, pozitif davranışlar sergilediğinde de ebeveynleri bilgilendirmek, öğrenciler hakkında genel geçer yorumlar yerine veli ile birlikte çocuğun gelişimini sağlayacak adımlar atmak doğru bir yöntem olacaktır.
Ebeveynler açısısından değerlendirelim. Ebeveynlerin, kendi çocuklarıyla kurduğu ilişkiyi düşünerek öğretmenlerin sınıfta yaklaşık 20 kişilik bir öğrenci grubunu yönettiğini göz ardı etmemeleri gerekiyor. Onların bu alanda uzman olduklarını unutmamak ve bu konuda kendilerine güvenmek en doğru tercih olacaktır. Hatta birçok konuda öğretmen sormadan ona danışılmalı da. Sadece kendi çocuklarına odaklanmayıp öğretmenin çocukların eğitimi ile ilgili birçok değişkenle vakit harcadığını düşünmelerinde fayda var. Ayrıca okuldaki zamansallık gerçekten çok farklı. Bazı zamanlarda öğretmen tüm gün boyunca derslere girebiliyor, sadece yemek yemeye vakti kalıyor ve günün nasıl geçtiğini anlamıyor. Bu durumda atılan bir e-maile geri dönüş konusunda sabırlı olmak gerekiyor.
Sonuç olarak çocuğunu haklı sebeplerle iyi eğitim vermek isteyen bir ebeveyn ile işini hakkıyla yapmaya ve öğrencilerine pozitif değerler katmaya çalışan öğretmenlerle karşı karşıyayız. Çoğunlukla çocuğun vaktinin yarısını öğretmenleriyle diğer yarısını da ebeveynleriyle geçirdiğini varsayarsak çocuğun gelişimini esas almalı ve iletişime çok önem vermeliyiz. Bunun için gerekirse öğretmenlerin iş yoğunluğunda belli düzenlemeler yapıp bu iletişim için daha çok fırsat tanımalıyız. Çocuğun gelişimini merkeze alan bir ilişki zaten karşılığını bulacaktır.
Yazının başındaki çalışmaya dönersek, ufacık bir mesajın bile çok şeyi değiştirebildiğini görebiliriz. Bu ilişkiler kurulmadığı müddetçe veli görüşmelerinde birbirine yabancılaşmış veli ve öğretmenler görmeye devam edeceğiz. Aşağıdaki örneklerde olduğu gibi :)
[1] http://scholar.harvard.edu/files/mkraft/files/kraft_rogers_teacher-parent_communication_hks_working_paper.pdf
[2] Herhangi bir devlet okulunda çalışmadığım için bu yazıyı özel okul deneyimlerimden yola çıkarak yazdım. Değerlendirmeleri okurken devlet okullarını dışarıda tutmakta fayda var.