Eğitim üzerine yaptığımız tartışmalar gündemimizden hiç düşmüyor. Sistemdeki eksiklikler, çocuklarımızın geleceği, okulların durumu, sınav sistemleri, eğitimde teknoloji kullanımı, 21. Yüzyıl becerileri vs. Tüm bunları tartışırken eğitimde önemli bir bileşeni göz ardı etmiyor muyuz? Eğitim sistemini revize edelim ama çocuk üzerinde daha da büyük etkisi olan kalıpları sorgulamanın zamanı gelmedi mi? Ebeveynler ve yeni kuşak ebeveyn tutumları.
Bu konu fazlasıyla tartışılmaya değer. Sürekli olarak çocukları bilmediğimiz ve öngöremediğimiz gelecek için yetiştirdiğimizi dillendiriyoruz. Değişimin çok hızlı gerçekleştiği, birçok mesleğin hızla ölüp yerine başka mesleklerin doğduğu bir çağda yaşadığımızı belirtiyoruz. Eğitim açısından rasyonel adımlar atmak isteyen herkesin ortaklaştığı nokta ise bu çocukların artık bilgi değil beceri merkezli bir anlayışla kendi geleceklerini şekillendirecekleri gerçeği. Dolayısıyla yakın gelecekte sürekli değişen koşullara adapte olabilme ve belki de koşulları değiştirebilme becerisinin ön planda olacağını söylemek yanlış olmaz. Böyle bir gelecek için yetiştireceğimiz çocukları günlük pratiklerimiz ne ölçüde etkileyecek?
Bu konu fazlasıyla tartışılmaya değer. Sürekli olarak çocukları bilmediğimiz ve öngöremediğimiz gelecek için yetiştirdiğimizi dillendiriyoruz. Değişimin çok hızlı gerçekleştiği, birçok mesleğin hızla ölüp yerine başka mesleklerin doğduğu bir çağda yaşadığımızı belirtiyoruz. Eğitim açısından rasyonel adımlar atmak isteyen herkesin ortaklaştığı nokta ise bu çocukların artık bilgi değil beceri merkezli bir anlayışla kendi geleceklerini şekillendirecekleri gerçeği. Dolayısıyla yakın gelecekte sürekli değişen koşullara adapte olabilme ve belki de koşulları değiştirebilme becerisinin ön planda olacağını söylemek yanlış olmaz. Böyle bir gelecek için yetiştireceğimiz çocukları günlük pratiklerimiz ne ölçüde etkileyecek?
Ebeveynler ve öğretmenler –çocuğun hayatındaki önemli yer tutan yetişkinler- olarak bazı noktalarda ortaklaşmak durumundalar. Velilerin, kaliteli bir eğitim için öğretmenlerden beklentileri varsa aynı şekilde ebeveynlik konusunda kendilerini sorgulama ve gerekeni yapma hususunda da aktif olmaları gerekiyor. Fakat nasıl? Ebeveynlik konusunda biraz araştırma yaparsanız günümüzde çok farklı ebeveynlik tarzının (helikopter ebeveynler, kar küreyici ebeveynler, ihmalkar ebeveynler, demokrat ebeveynler vs.) şekillendiğini görebilirsiniz. Hangi ebeveynlik türüyle karşılaşırsak karşılaşalım çocuğa en çok zarar verenlerden birisinin de geçmişte çok da karlılaşılmayan farklı bir ebeveynlik anlayışından kaynaklandığını söyleyebiliriz: aşırı ebeveynlik.
İkü Yayınevi’nden taze çıkan “Bir Yetişkin Yaratmak – Aşırı Ebeveynlik Tuzağı’na düşmeden Çocuğunuzu Başarıya Hazırlayın” adlı kitap tam da bu önemli nokta üzerine yazılmış güzel bir kaynak. Yazarı Julie Lythcott-Haims Stanford Üniversitesi’nde uzun yıllar Birinci Sınıflar ve Rehberlik Bölümü Dekanı olarak çalışmış iki çocuk annesi bir akademisyen. Özellikle de helikopter ebeveynlik konusunda geniş çaplı çalışmaları var.
Kitabın en güzel yanı, yazarın ebeveynliği hem kendi hem de öğrencilerinin deneyimleri üzerinden incelemesi. Olaylara iki açıdan da bakan, zaman zaman özeleştirel bir tutumla kendi hatalarından çıkardığı dersleri de rahatlıkla anlatan yazar, okuruyla da arasında samimi bir ilişki tutturuyor. Özellikle aşırı ebeveynliğin çocuklar üzerindeki tahribatı sorgulamakla kalmıyor, aynı zamanda bu tarz ebeveynlik anlayışlarından nasıl kurtulabileceğiniz üzerine önerilerde de bulunuyor. Bu açıdan bakıldığında kitabın hem basit bir dille yazılmış hem de bilimsel çalışmalarla desteklenmiş güzel bir kaynak olduğunu söyleyebiliriz.
Aşırı ebeveynlik belki de eğitimle ilgilenen birçok kişinin aşina olduğu bir konu. Temelinin ise şöyle bir karşı çıkışa dayandığını düşünüyorum: “Biz çocukken yetiştirilirken başı boş bırakıldık. Fakat göreceksiniz ben çocuğumun hayatının her anında yanında olup onun başarılı biri olması için elimden gelenin en iyisini yapacağım ve hayatımı ona adayacağım.” Belki biraz uca çekiyorum ama böyle ebeveynlerle ve bu anlayışın yarattığı sorunlarla düzenli olarak karşılaşıyoruz. Whatsappta sürekli etkileşim halinde olan ebeveynlerden, çocuğunun her anını planlayan anne babalara, tüm ödevlerini yaptırmak için çocuklarının peşinde koşanlardan, mezun olduktan sonra iş mülakatlarına birlikte gidenlere kadar çok geniş bir yelpazeye sahibiz. İşin garip tarafı ise bu kültürün farkında olmadan sizi içine çekmesi ve kendinizi diğer ebeveynlerle yarışıyor halde bulmanız. Özellikle de korumacı olma konusunda.
Peki, neden böyleyiz? Biri size bunu sorduğunuzda ilk başta vereceğimiz cevap basittir. Mesela kendisi küçüklüğünde sokakta büyüyen bir yetişkin, çocuğunun dışarıya çıkmasını fazlasıyla sınırlandırabiliyor. Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar olarak ciddi anlamda güvenlik sorunu yaşadığımızı düşünmeye meyilliyiz. Halbuki istatistiklere göre çocuklarımızın bir yabancı tarafından öldürülme olasılığı milyonda birken neden onların günlük hayatlarıyla ilgili bu kararımızı bu çok küçük oran belirliyor? Onlardan haber alamazsak kaygılanmamızın sebebini sorguluyor muyuz? “On-on beş sene önce çocuklar plaja gittiklerinde evi arayamazlardı. Yüksekokuldayken yatakhanelerdeki ankesörlü telefondan ailelerini haftada bir gün arar, yurt dışında okurken eve ancak mektup gönderirlerdi. Sırf sürekli temasta olabiliyor olmamız bunun doğru olduğunu gösterir mi?”
Çocukların hayatlarını, yapacakları etkinlikleri onlar adına kurgularken hayatlarında zevk aldıkları ne gibi şeylerden mahrum bıraktığımızı düşünüyor muyuz hiç? Bir okulda öğrencilere sorulan “verdiğiniz ya da aldığınız en güzel hediye nedir?” sorusunu çoğu öğrencinin “büyükanne ya da büyükbabayla geçirilen zaman” şeklinde yanıtlaması tesadüf müdür? Yani onları karşılıksız seven biriyle geçirdikleri basit aile zamanlarını ne kadar özlediklerini göremiyor muyuz?
Araştırmalar insanın bir şeyi kendi başına halledebilmenin kişinin akıl sağlığını koruması açısından kritik önem taşıdığını ortaya koyarken, “başarılı bir girişimci olan anne ya da baba, risk alarak başarıya ulaşıldığının en iyi örneği kendi hayatı olduğu halde neden çocuğunun tüm hayatını düzenleyip karşılaşacağı zorlukları yumuşatmaktan vazgeçemiyor?” Madeline Levine çok güzel özetliyor: “Çocuklarımıza en büyük zararı verebilecek şey, sokaktaki kötü yabancılar değil, çocukları için çok fazla şey yaparak zindelik durumlarının kötüye gitmelerine yol açan ebeveynlerdir.”
Çocuğun ruhsal gelişiminin sağlıklı olması için oynayacağı oyunlara kendisi karar vermesi gerekiyorken neden onların oyunlarına müdahale etmeye çalışıyoruz? Neden arkadaşlarıyla problem yaşadığında sorunu halletmelerini uzaktan izlemek varken anında yanlarında bitiyoruz? Neden parklar çocukların en ufak bir şekilde bile yara almamaları üzerine tasarlanmış “fazlasıyla güvenli” ortamlar olarak karşımıza çıkıyor? Neden çocuklarımızın yapmak üzere oldukları ya da zaten yaptıkları şeyleri onlar adına yaparak onları bu zevkten mahrum bırakıyoruz? Bu “neden”ler içerisinde boğulmadan yapabileceğimiz en iyi şey çocuklarımızın yaratıcı olup bir şeyler denemelerine ve kendilerini mutlu eden şeylerin peşinden gitmelerine izin vermek.
Son olarak, önemli bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Biz onların hayatlarını mı yaşıyoruz yoksa kendi hayatımızı mı? Kitabın bir bölümünde bu konu hakkında güzel bir alıntı var. Çocuğunun maçlarına sürekli giden bir annenin kendi annesini arayıp nerede hata yaptığını sorması üzerine annesinin ona verdiği güzel bir cevap: “Çocuğunun maçlarına gidip orada niye dikildiğini hiç anlamadım. O şekilde çocuklarına hiçbir şey öğretemezsin. Eğer istediğin atletizmin önemini göstermekse kendin koşuyor olman lazım. Ya da nelere değer verdiğini göstermek istiyorsan eve gidip kitap oku. Arkadaşlarınla buluş. Veya tiyatroya git, eve gelince de çocuklarına anlat. Kendin için bir şeyler yap. Kendi hayatın olsun. Böylece çocukların seni group ‘Tamam, insan hayatını böyle şeylerle geçirmesi lazım’ der. Onlar da hayatlarında böyle şeyler elde etmeye çalışırlar.”
Kitabı çocuklarla bağı olan tüm yetişkinlere öneririm. Carl Jung’un ebeveynlik üzerine söylediği sözle bitirelim: “Bir ebeveyn her ne yaparsa yapsın bunun çevresi ve özellikle çocukları üzerinde bırakacağı pisikolojik etki kendi hayatından feragat etmek kadar büyük olmayacaktır. Keyifli okumalar.
İkü Yayınevi’nden taze çıkan “Bir Yetişkin Yaratmak – Aşırı Ebeveynlik Tuzağı’na düşmeden Çocuğunuzu Başarıya Hazırlayın” adlı kitap tam da bu önemli nokta üzerine yazılmış güzel bir kaynak. Yazarı Julie Lythcott-Haims Stanford Üniversitesi’nde uzun yıllar Birinci Sınıflar ve Rehberlik Bölümü Dekanı olarak çalışmış iki çocuk annesi bir akademisyen. Özellikle de helikopter ebeveynlik konusunda geniş çaplı çalışmaları var.
Kitabın en güzel yanı, yazarın ebeveynliği hem kendi hem de öğrencilerinin deneyimleri üzerinden incelemesi. Olaylara iki açıdan da bakan, zaman zaman özeleştirel bir tutumla kendi hatalarından çıkardığı dersleri de rahatlıkla anlatan yazar, okuruyla da arasında samimi bir ilişki tutturuyor. Özellikle aşırı ebeveynliğin çocuklar üzerindeki tahribatı sorgulamakla kalmıyor, aynı zamanda bu tarz ebeveynlik anlayışlarından nasıl kurtulabileceğiniz üzerine önerilerde de bulunuyor. Bu açıdan bakıldığında kitabın hem basit bir dille yazılmış hem de bilimsel çalışmalarla desteklenmiş güzel bir kaynak olduğunu söyleyebiliriz.
Aşırı ebeveynlik belki de eğitimle ilgilenen birçok kişinin aşina olduğu bir konu. Temelinin ise şöyle bir karşı çıkışa dayandığını düşünüyorum: “Biz çocukken yetiştirilirken başı boş bırakıldık. Fakat göreceksiniz ben çocuğumun hayatının her anında yanında olup onun başarılı biri olması için elimden gelenin en iyisini yapacağım ve hayatımı ona adayacağım.” Belki biraz uca çekiyorum ama böyle ebeveynlerle ve bu anlayışın yarattığı sorunlarla düzenli olarak karşılaşıyoruz. Whatsappta sürekli etkileşim halinde olan ebeveynlerden, çocuğunun her anını planlayan anne babalara, tüm ödevlerini yaptırmak için çocuklarının peşinde koşanlardan, mezun olduktan sonra iş mülakatlarına birlikte gidenlere kadar çok geniş bir yelpazeye sahibiz. İşin garip tarafı ise bu kültürün farkında olmadan sizi içine çekmesi ve kendinizi diğer ebeveynlerle yarışıyor halde bulmanız. Özellikle de korumacı olma konusunda.
Peki, neden böyleyiz? Biri size bunu sorduğunuzda ilk başta vereceğimiz cevap basittir. Mesela kendisi küçüklüğünde sokakta büyüyen bir yetişkin, çocuğunun dışarıya çıkmasını fazlasıyla sınırlandırabiliyor. Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar olarak ciddi anlamda güvenlik sorunu yaşadığımızı düşünmeye meyilliyiz. Halbuki istatistiklere göre çocuklarımızın bir yabancı tarafından öldürülme olasılığı milyonda birken neden onların günlük hayatlarıyla ilgili bu kararımızı bu çok küçük oran belirliyor? Onlardan haber alamazsak kaygılanmamızın sebebini sorguluyor muyuz? “On-on beş sene önce çocuklar plaja gittiklerinde evi arayamazlardı. Yüksekokuldayken yatakhanelerdeki ankesörlü telefondan ailelerini haftada bir gün arar, yurt dışında okurken eve ancak mektup gönderirlerdi. Sırf sürekli temasta olabiliyor olmamız bunun doğru olduğunu gösterir mi?”
Çocukların hayatlarını, yapacakları etkinlikleri onlar adına kurgularken hayatlarında zevk aldıkları ne gibi şeylerden mahrum bıraktığımızı düşünüyor muyuz hiç? Bir okulda öğrencilere sorulan “verdiğiniz ya da aldığınız en güzel hediye nedir?” sorusunu çoğu öğrencinin “büyükanne ya da büyükbabayla geçirilen zaman” şeklinde yanıtlaması tesadüf müdür? Yani onları karşılıksız seven biriyle geçirdikleri basit aile zamanlarını ne kadar özlediklerini göremiyor muyuz?
Araştırmalar insanın bir şeyi kendi başına halledebilmenin kişinin akıl sağlığını koruması açısından kritik önem taşıdığını ortaya koyarken, “başarılı bir girişimci olan anne ya da baba, risk alarak başarıya ulaşıldığının en iyi örneği kendi hayatı olduğu halde neden çocuğunun tüm hayatını düzenleyip karşılaşacağı zorlukları yumuşatmaktan vazgeçemiyor?” Madeline Levine çok güzel özetliyor: “Çocuklarımıza en büyük zararı verebilecek şey, sokaktaki kötü yabancılar değil, çocukları için çok fazla şey yaparak zindelik durumlarının kötüye gitmelerine yol açan ebeveynlerdir.”
Çocuğun ruhsal gelişiminin sağlıklı olması için oynayacağı oyunlara kendisi karar vermesi gerekiyorken neden onların oyunlarına müdahale etmeye çalışıyoruz? Neden arkadaşlarıyla problem yaşadığında sorunu halletmelerini uzaktan izlemek varken anında yanlarında bitiyoruz? Neden parklar çocukların en ufak bir şekilde bile yara almamaları üzerine tasarlanmış “fazlasıyla güvenli” ortamlar olarak karşımıza çıkıyor? Neden çocuklarımızın yapmak üzere oldukları ya da zaten yaptıkları şeyleri onlar adına yaparak onları bu zevkten mahrum bırakıyoruz? Bu “neden”ler içerisinde boğulmadan yapabileceğimiz en iyi şey çocuklarımızın yaratıcı olup bir şeyler denemelerine ve kendilerini mutlu eden şeylerin peşinden gitmelerine izin vermek.
Son olarak, önemli bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Biz onların hayatlarını mı yaşıyoruz yoksa kendi hayatımızı mı? Kitabın bir bölümünde bu konu hakkında güzel bir alıntı var. Çocuğunun maçlarına sürekli giden bir annenin kendi annesini arayıp nerede hata yaptığını sorması üzerine annesinin ona verdiği güzel bir cevap: “Çocuğunun maçlarına gidip orada niye dikildiğini hiç anlamadım. O şekilde çocuklarına hiçbir şey öğretemezsin. Eğer istediğin atletizmin önemini göstermekse kendin koşuyor olman lazım. Ya da nelere değer verdiğini göstermek istiyorsan eve gidip kitap oku. Arkadaşlarınla buluş. Veya tiyatroya git, eve gelince de çocuklarına anlat. Kendin için bir şeyler yap. Kendi hayatın olsun. Böylece çocukların seni group ‘Tamam, insan hayatını böyle şeylerle geçirmesi lazım’ der. Onlar da hayatlarında böyle şeyler elde etmeye çalışırlar.”
Kitabı çocuklarla bağı olan tüm yetişkinlere öneririm. Carl Jung’un ebeveynlik üzerine söylediği sözle bitirelim: “Bir ebeveyn her ne yaparsa yapsın bunun çevresi ve özellikle çocukları üzerinde bırakacağı pisikolojik etki kendi hayatından feragat etmek kadar büyük olmayacaktır. Keyifli okumalar.