Ivan Illich
Bu sözü twitterda paylaştığımda benim olduğu kadar birçok kişinin ilgisini çektiğini fark ettim. Peki, neydi bu sözdeki gizem? Acaba fazla mı okullaştık ve okullaştırılıyoruz diye mi sorduk kendimize? Hayatı okullarda geçmiş, öğrenciyken de öğretmenken de her iki ruh halini de tatmış ve hala tüm vaktinin yarısı okulda geçen sıradan bir vatandaş olarak ben; gerçekten okulun varlığını sorgulasam ne olur? Tüm okulların kapısına kilit vursak ne değişir?
Peki ya benden 25 sene önce bunu sorgulayan, zorunlu eğitime toptan karşı çıkan Ivan Illich’e ne demeli? Üstelik “Okulsuz Toplum” adlı bir kitap yayınlayarak. Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın önerisiyle daha önce de göz gezdirdiğim kitabı okudum. Aslında kendisi o dönem insanların karşısına çok radikal fikirlerle çıkmıştı: örneğin, zorunlu eğitime karşı okulların toptan reddi. Bunun nedenlerini de gerekçeleriyle ortaya koyuyordu. O dönem büyük tartışmalara yol açsa da yazarı fazla yıkıcı bulanlar vardı ve gerçekten bakıldığında artık geri dönüşü olmayan bir yola girilmişti. Zorunlu eğitime karşı çıkış çok radikal ve olasılığı düşük bir ihtimaldi. Ama neden?
Ivan Illich’in temelde söylediği şey, aslında çok basit ve bugünden bakıldığında eğitim sistemi eleştirisi üzerine birçok film izlemiş, araştırma yapmış bizler için çok da yeni değil. Özetle tespit şu: “Okul, sistemin kendisi için uyumlu bireyler yetiştirir ve bu gizli müfredat nedeniyle özgürleştirici bir eğitimden bahsedemeyiz.” Ivan Illich’in bu “yıkıcı” radikal görüşünü bu dönemin koşullarından baktığımızda belki de basit bir tespit olarak algılayabiliriz. Fakat Illich’i fütürist yapan şey ise okul için getirdiği alternatif çözüm; yani tespiti yapıp öylece bırakmıyor. Öneri çok tanıdık gelirse şaşırmayın.
Illich diyor ki, “Neden hükümetler televizyon istasyonlarını yaygınlaştırmak için yatırım yapıyorlar? Bunun yerine teyplere ve boş kasetlere yatırım yapsınlar. Böylece bilgi hiyerarşisi de yok olacak, herkes uzmanı olduğunu düşündüğü konuları videoya alacak. Herkes kamusal alanlarda bulunan televizyonlardan bu videoları izleyebilecek, birbirlerine mesaj iletebilecek. Böylece fırsat eşitliği yaratılıp herkesin bir öğrenme ağı oluşturmasının yolu açılacaktır.” Yani temel düşüncesi; bir ideolojik devlet aygıtı olmadan, herkesin istediğini öğrenebileceği özgürleştirici bir öğrenme ortamı yaratmak ve bunu da teknolojiyi kullanıp bir öğrenme ağı oluşturarak yapmak. Bu yazdığım Illich’in önerisinin çok basit bir özeti. Çok tanıdık, değil mi? Güle güle Illich, hoş geldin World Wide Web. Şu anda acaba dünya üzerindeki kalıcı öğrenmenin ya da edinilen becerilerin yüzde kaçı öğretmenler aracılığıyla okullarda gerçekleşiyor?
Ivan Illich’in fütüristliği üzerine düşünürken çok ilginç başka bir kitabı görmem tesadüf olmasa gerek. Jacques Ranciere’nin “Cahil Hoca” adlı kitabı. Böylece kendimi 1800’lerden fırlamış başka bir fütüristin etkisinde buldum. 1818’de sürgün bir devrimci olan Jacotot’un hikâyesini dinliyoruz. Sürgün yıllarında Belçika’da Fransız edebiyatı okutmanı olarak bir iş bulmuştur ama ortada büyük bir sıkıntı vardır. Kendisi tek kelime Flemenkçe bilmemektedir ve hiç Fransızca bilmeyen Flemenklere hocalık edecektir. Sadece iki dilli “Telemak” adlı bir kitabın baskısını kullanarak onların kendi kendilerine Fransızca öğrenmelerine aracılık eder. Yani bilen ile bilmeyen, öğreten ile öğrenen arasındaki hiyerarşi kırılmıştır. Dolayısıyla herkes aynı zamanda hem öğreten ve hem öğrenendir. Kısaca öğrenme insanların doğasında var, sen başına öğretmen de koysan, okullarda onları sabitlesen de kişi öğrenmek istediğini öğrenecek. Öğrenemediğini öğrenmenin ise farklı yollarını arayıp bulacak.
Başta sorduğum soruya geri dönüyorum. Okullara kilit vurmanın vakti geldi mi? Her ne olursa olsun bu konuda hala konservatif düşünüyorum ve umut görüyorum; Hayır, vakti gelmedi. Evet, işimiz zor. Hayır, pes etmeyeceğiz. En azından bu kaygıyı duyanlar olarak çalıştığımız okullarda elimizden gelenin en iyisini yaptığımız konusunda hiçbir endişem yok. Büyük değişimin farkında olan öğretmenlerin sayısının artması ve her yere yayılması önem kazanıyor. Öğrencilerin bazı önemli sorularına çok net cevaplar veremiyorsak, yakın gelecekte klasik anlamdaki okullar kendi kendilerini imha edecek. Siz olsaydınız öğrencilerin gözlerinden okuyabileceğiniz şu sorulara ne cevap verirsiniz?
- Çoğu okulda verilen bilgileri internette de bulabiliyorum, okulun amacı bana “bilgi” kazandırmak ve beni harici bellek gibi kullanmaksa okula niye gideyim? Evde video açar, izleyip öğrenmek istediklerimi öğrenirim.
- Okul bana beceri kazandıracaksa neden yıllardır tüm programlarıyla hala çağa ayak uyduramadı. Algoritma mantığını kavrayıp kodlamayla ilerleyebilecekken neden hala matematik dersinde tavuk ve tavşanların ayak sayılarıyla ilgili problemler çözüyorum?
- Benim okullarda kazanacağım beceriler nelerdir? Bunun için ne gibi bir programlama yapılıyor? Henüz belki de adını bile bilmediğim mesleklere hazırlanıyorum. Benim okuldaki konuları öğrenip öğrenmediğimi ölçmek için hazırda tuttuğunuz sınavlarınız var da, farklı bir problemle karşılaştığımda ne yapabileceğim konusunda yardım edebileceğiniz bir çalışma yok mu?
- İnsanlık tarihinde büyük bir devrimin içindeyiz. Şimdiye kadar hep tersi geçerliyken ilk defa gençlerin yetişkinlere bir şeyler öğretebildiği bir dönem var. Öğretmenler bizi neden zorunlu öğrenen konumuna sokuyorlar da bizden bir şey öğrenmeyi talep etmiyorlar?
- Biz birbirinden farklı birçok ders görebiliyorken, neden öğretmenler sadece uzmanlık alanlarında takılıp kalıyorlar? Birçok farklı disiplinin birleşiminden oluşacak çalışmalar göremeyecek miyiz?
- Üniversitelerde yeni örgütlenme modelleri tartışılırken, diplomanın önemini yitireceği ve 21. Yüzyıl becerilerinin ön planda olacağı benim geleceğimde öğretmenler bu becerilerimin geliştirmem için bana nasıl destek olacaklar? En azından bu beceriler nelerdir dediğimde hepsi sayabilecek mi?
Dipnot: Görsel 1938 yılında İzmir’de bir okuldaki geometri dersine ait. Geçmişi inceleyerek gelecek için ilham alma zamanı...